Jump to content

Valentine Ops

Members
  • Posts

    5,255
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Valentine Ops

  1. 10 часов назад, MSap сказал:

    11 серия более спокойная была, но как всегда интересная. Алтана хорошо обманули) 

    Хорошая сцена была)

    На следующей неделе нет ( из-за Кандиля

  2. 3 часа назад, psixeya сказал:

    ага,мальчик смазливо-противный. 

    когда там фотку показывали ( не знаю кто ссмтрел их) там на руках был мальчик и рядом девочки. вот и подумала что брат есть у них. сначала думала Демир это. 

    Туна отлично играет и на удивление ей такая роль стервы подходит )) чем паинька матмазель. 

    Дочка Туны хорошо играет. вот она попалась с этим прислугой. на маньяка похож он.  А Мелек сын это Бюлент из Ашкы Мемну или похож ? а сестра Туны на Верку Сердючку похожа )) объемное тело и тоненькие ножки. и почему ей брови не приведут в порядок ???

    Нет .Этот парень инстаграммный феномен мустафа мерт коч

     

     

    • Like 1
  3. 8 часов назад, gaaga89 сказал:
    21 час назад, Valentine Ops сказал:
    Почему усе нормальные сериалы в четверг и в пятницу ставят?понедельник,вторник и особенно среда нечего смотреть . четверг чукурова есть,пятница кызым,гюлпери,истанбуллу гелин .. Чарпышма первые 50 минут нудно но потом как говорят хейечан гелди.Кыванч хорошо сыграл.Онура персонаж копия его персонажа Ватаным сенсин как-будто.Эльчин скучная,ей не идёт драма. Шахин тепеси богатый сериал но я думаю он тоже к 15 й серии ИСПОРТИТСЯ как остальные сериалы.
     Чарпышма  рассчитан на 1 сезон

    Вы смотрите чукурова? Я думала что я одна смотрю. Реально все сериалы собрали на конец недели.

    Да смотрю ) на фоне других сериалов смотрится

    • Like 1
  4. Почему усе нормальные сериалы в четверг и в пятницу ставят?понедельник,вторник и особенно среда нечего смотреть . четверг чукурова есть,пятница кызым,гюлпери,истанбуллу гелин .. Чарпышма первые 50 минут нудно но потом как говорят хейечан гелди.Кыванч хорошо сыграл.Онура персонаж копия его персонажа Ватаным сенсин как-будто.Эльчин скучная,ей не идёт драма. Шахин тепеси богатый сериал но я думаю он тоже к 15 й серии ИСПОРТИТСЯ как остальные сериалы.

     Чарпышма  рассчитан на 1 сезон
    • Like 1
  5. Zeynep Günay Tan: İyi insanlarla çalışacak kadar zenginim...

    17 Kasım 2018
    Tam 14 yıl önce henüz taze bir Ekşi Sözlük yazarıyken televizyonda izlediğim dizinin, bir sahnesinden etkilenip, "Bunu kim çekmiş?" sorusu sayesinde Zeynep Günay Tan ile tanıştım. Kalben. Bu tanışıklıktan tam dört yıl sonra taze bir blog yazarıyken Zeynep Günay Tan'a ulaştım ve röportaj yapmak istediğimi söyledim. İlk röportajım olacaktı. Kabul etti. Böylece Ekim 2008'de tanışıp, konuştuk. O dönüp bakıyor mu bilmiyorum ama, ben zaman zaman eski röportajı okuyorum. İnsanların değiştiğine, değişebileceğine inananlardan değilim. "Her şey değişmeli!" diye beyhude coşkun çığlıklar atmaktansa "Her şey gelişmeli!" diyenlerdenim. Zeynep Günay Tan benim için hiç değişmeyen ama durmaksızın gelişen üç beş insandan biri.. Çektiği her sahneye tavrını, aklını, kalbini koyan; resim değil oyun düşünen, hikaye anlatmayı delicesine seven bir kadın. Cinsiyetçi değilim ama sektörde "eşit" anılmak için kimliğini görmezden gelenlerin çokluğu sebebiyle ondan bahsederken noktayı "kadın" diye koymak istedim.
     
    Gel zaman git zaman, Zeynep Günay Tan hikaye anlatıcılığı yolculuğunda kocaman kocaman adımlar attı. Adı ekran seyircisinin belleğine kazındı, yerleşti. Aynı süreçte ekran seyircisi artık izlediği hikayelere kimin can verdiğini de merak eder olmuştu. Projeler sadece başrol oyuncularıyla değil; yazarıyla, yönetmeniyle hatta yapımcı firmalarla birlikte anılır olmaya başladı. Ne mutlu! İstanbullu Gelin süreci başladığından beri sohbeti yineleyelim istiyorduk; kısmet bugünmüş. Böylece ilk sohbetin 10. yıl dönümünde ısırgan bir Bebek sabahında, Zeynep Günay Tan reposunu heba etti; karşı karşıya oturduk. Sohbet ettik, dertleştik.. Sizi on yıl önce röportajın girişinde kullandığım izlenim cümlelerimle baş başa bırakıp, aradan çekiliyorum; değişen hiç, ama gelişen ne çok şey olduğunu anlamanız için..
     
    Güler yüzlü. Ortak lisan oluşturmakta hiç zorlanmıyor. Özenle seçiyor kelimelerini, içten ve sağa sola çekiştiremeyeceğiniz dümdüz, çapaksız cümleler kuruyor. Meslek alışkanlığından olsa gerek… Bütün samimiyetiyle ve neş'esiyle sürdürdüğü sohbetin her anında elini kalbinin üzerine koyarak sözcüklerin bağını çözüyor. Yazdıklarımdan fazlasını konuşuyoruz. Sorular ne kadar kıvransa, meyil alsa da her cevabın kıyısına köşesine iliştirilmiş incelikli bir mesafe sanki ete kemiğe bürünüyor ve onun "özel" saydığı kıyılara ayak basmanızı engelliyor.

    "Kırık ve imkansız bir aşk hikayesi.." diyor, uzun uzun anlatmak istemediği idealindeki film projesinden bahsederken. "Seyrettiğim zaman, 'Ah ne güzel olmuş, süper' dediğim çok az sahnem var. Hiçbir bölümü 'şahane' diyerek huzur içinde izleyemedim." diyor. Hayat, tüm çağrışımlarıyla efsunlu bir ideal sunmuş ona ve en külfetli çabanın bile bir tür yaşam bilgeliği olduğuna öyle içten inanmış ki, siz de gözünüzü kırpmadan kapılıp gidiyorsunuz sözcüklerin peşinden.
     
    Böyle işte..
     
    3a3aae69-cf10-4b88-afce-454b10a1f11d.jpg
     
     Tam 10 yıl önce sana "genç bir yönetmen olarak sette deneyimli oyuncularla çalışıyorsun nasıl bir his" diye sormuşum. Şimdi diyorum ki deneyimli bir yönetmen olarak sette genç oyuncularla çalışıyorsun, nasıl bir his?
    Çok ağır bi soru oldu bu, en zor yerden başladığın iyi oldu. (Gülüyoruz) Çok da genç oyuncu yok setimde, olanlar da gitti biliyorsun. Zaman içinde oyunculuğa bakış biraz değişti. Ben de mesleğine güzel tarafından bakan oyuncularla çalıştığım için mutluyum. Oyunculuk meselesine aynı yerden baktığım çok yetenekli bir oyuncu kadrosuyla çalışıyorum. "Genç" oyuncu diye tanımlayacaksak genç Garip (Yunus Narin) ve genç Esma (Ilgaz Kaya) var mesela. Çok yetenekli oyuncular ve mesleğe de güzel bir yerden bakıyorlar. Ben oyunculuktaki temel meselenin insan ruhunu tanımak, insanı merak etmek olduğunu düşünenlerdenim. Bir dönem vardı, bir dizide oynayıp, meşhur olup sokakta yürüyemez hale gelinirdi. Şimdi artık içerik daha önemli hale geldiği için o dönem yavaş yavaş kapanmaya başladı. Ben de artık derdi oynadığı karakterle insan ruhunu keşfetmek olan, gelişime açık genç oyunculara bayılıyorum. 
     
    ● Son bölümde genç Esma'yı canlandıran oyuncu, bildiğin İpek Bilgin tavrıyla oynadı. Ben de ağzım açık baktım ekrana.. 
    Evet. Ilgaz yaz tatilini de dersini iyi çalışarak geçirmiş ve tabii o da artık Esma'ya hakim oldu. Esma'nın o dönemdeki ruh haline çok hakim oldu. 
     
     İstanbullu Gelin yayına başladığında ilk bölümde ben de çok eleştirdim. Neden yine bi Konak hikayesi, neden bu kadar "Asmalı" dedim. Sana çok inandığım halde.. Hatta o kadar eleştirdim ki bana "Zeynep'le küstün mü?" diye mesajlar geldi. İpek Bilgin konusunda da "Yok artık bari getirip Kraliçe Elizabeth'i oynatmasaydın" demiştim. Beni ve benim gibi düşünen pek çok insanı da fena halde yanılttın. Sen bu gücü nereden buluyorsun? 
    Estağfurullah.. Şöyle anlatayım.. Ben artık şuna inanıyorum. Hikaye dışarıda aramaktansa içerde aramak bana daha kuvvetli geliyor. Yani bizim toprağımızın hikayelerinden ve insanın içine bakarak anlatmaktan bahsediyorum. Bu bağlamda hikayeyi içeride aradığın zaman da aslında çok yeni söz söyleyebilen bir hikaye bulmak çok kıymetli ama onu da her zaman bulamıyorsun. Yani daha önce hiç anlatılmamış bir hikaye bulmak zor. Keşke bulabilsek ne kadar kıymetli bir şey.. Ama daha önce defalarca anlatılmış bir hikayeye başka bir yerden bakmak, içinden, kendi içinden bakmak çok kıymetli. Daha önce defalarca anlatılmış da olsa o hikayeye içeriden bi yerden, başka bir gözle bakabileceğimi gördüğüm anda o hikaye benim için kıymetlidir. Eğer bu bir güç ise kaynağını ve nereden beslendiğini de şöyle anlatabilirim belki.. Ben, cebimde biriktirdiklerimi hiçbir zaman kendime, birgün çekme ihtimalim olan sinema filmine ya da çok yakın arkadaşlarıma saklamadım. Ne işimde ne de özel hayatımda. Ne öğrendiysem, bana ne enteresan geldiyse, beni ne geliştirdiyse, iyi kötü ne yaşadıysam bunu hem bütün yakın arkadaşlarımla ve ailemle paylaştım hem de televizyonun el verdiği ölçüde seyirciyle paylaştım. Yani televizyon ekranındaki camı seyirciyle aramızdaki bir mesafe gibi görmüyorum hatta hiç öyle bir mesafe olduğunu da düşünmüyorum. 
     
    ● Evet. Hatta Faruk-Süreyya için seyirciniz "gerçekten evli gibiler" yorumu yapıyor..
    Öyle çünkü bizim setteki ortamımızda ben de oyuncularım da "aman ekrana çıkıyoruz, dur oramız kaymasın, buramız şöyle olmasın" diye düşünmüyoruz, "ekranda olmanın bi takım kuralları var aman şunu da göstermeyelim" diye bi yerden gitmediğimiz için tam tersine kendimizi tamamen açıyoruz. Eğer bu bir güç ise benim bakış açıma birlikte çalıştığım insanların da eşlik etmesi, bu bakış açısını paylaşmasından doğan bir güçtür. 
     
    ● Peki neden Konak hikayesi?
    Öncelikle evvelce hiç "Konak Dizisi" çekmemiştim ve mekansal bağlamda da anlatmak istediğim şeyler vardı. Ayrıca İstanbullu Gelin ilk gününden beri hikaye kodlaması bağlamında konak dizisi olmadı. İstanbullu Gelin, sevginin insanı değiştiren, geliştiren gücünü anlatan bir hikaye..
     
    ● Bir dakika araya girmem lazım çünkü tevazu gösteriyorsun. Aslında sen bir anlamda da "Konak" hikayelerine incelikli bir reset atmak istedin. Zira konu "konak" ise coğrafya şurasıdır. Konu konak ise o konağın hanımı böyle olur gibi kalıplar vardı ve sen o kalıplarla da oynamak istedin biraz da "bence"..
    İstanbullu Gelin en başından beri bir "Amazon" ruhlu şehirde tek başına büyümüş, hayatta kalmayı öğrenmiş, ayaklarının üzerinde durmuş ama kadınlığın narinliği, zarifliğini yitirmemiş genç bir kadın ile çok mutaasıp, örf ve adetlerine bağlı, kök salmayı her şeyden çok önemseyen, bütün hayatını "aman elalem ne der" cümlesi üzerinden yaşamış bir kadının, dört evlat büyütmüş bir annenin çatışmasıydı. Ve birbirlerini nasıl dönüştüreceklerinin hikayesiydi benim için, en başından beri. Sen ve izleyici ilk bölümü bir konak dizisi gibi görmüş olabilirsiniz ama ben başlarken de bu niyetle başladım. Ve şimdi İstanbullu Gelin'i 60 bölüm izlemiş biri olarak geri dönüp ilk bölümü izlerseniz bunun ipuçlarını görürsünüz. Süreyya'nın  tavır ve davranışlarından, Esma'nın hallerinden her şeyine kadar planlanmış, konuşulmuş bir durumdu. Seyircinin "Aslında biz bu iki kadının dönüşüm yolculuğunu izleyeceğiz" durumunun farkına varması biraz zaman aldı. Şunu da itiraf etmem gerekir ki asıl tam anlatmak istediğimiz noktaya Deniz Akçay'ın aramıza katıldığı andan itibaren çok güçlenerek varabildik. Deniz Akçay yedinci bölümde katıldı aramıza ve gerçekten kadınlığa ve hayata aynı yerden bakabildiğim için hem iş ortaklığından hem de arkadaşlığından çok mutluyum. Çünkü aynı yerden bakıyoruz, bu çok önemli bir durum hikaye anlatırken.. 
     
    ● Deniz'in eski yazdığı işlere bakıyorum o da rahatlamış ve kendini bulmuş gibi görünüyor. O da içinden kalbinden geçenleri rahatlıkla kahramanlarına aktarabiliyor. Açıkçası Akçay, İstanbullu Gelin'e kadar yüksek reyting alan trajedilerin yazarıydı özellikle benim için.. Total'in göz bebeğiydi ve ekranda anlattıklarına bakarak özel bir kimlik görmek mümkün olmuyordu.
    O anlamda tabii bizim de bazen itiştiğimiz durumlar oluyor. Deniz'in elini biraz entrikadan bu tarafa çekmek için epey zorladım. Deniz, Köksüz gibi bir hikayeyi kaleme almış şahane bi senarist. Oturup sohbet ettiğinde tam da şu anda ekrandan anlattığımız meseleleri saatlerce konuşup tartışabileceğin, kafası çok açık ve aydınlık bir yazar. Dolayısıyla Deniz de cebindekileri İstanbullu Gelin'e boşaltmaya başlayınca benim açımdan tadından yenmez bir iş oldu. Bu da reytingden daha önemli, ölçümlemelerin çok çok üstünde bambaşka bir kıymet arz ediyor benim için.. 
     
    ● Bizim için de.. Anlatım dili gittikçe sertleşen, sözde "gerçeklik" üzerine dayayarak sunulan bir şiddet sarmalı var. Sadece göstermek üzerine kurulu, asla gösterdiğinin altına bakmayan, derinlerine inmek için sahne harcamayan bir anlatıcılık yerleşmeye olmaya başladı. Sen ısrarla o nefes deliklerini döşedin. Israrla bütün klişelerin üzerine oynadınız ve karşılığını da aldınız. İki sezon boyunca kendi gününde en çok izlenen dramalardan biri oldu. 
    Ne mutlu bize..
     
    ● Sonra geldi çattı üçüncü sezon. Geçen sezon "grande finale" gibi bölüm yaptınız. Ancak ne kanalın ne de yapımcının bu hikayenin peşini bırakmayacağı belliydi. Çünkü yurt dışına da çok sağlam paralara satılan bir proje İstanbullu Gelin. Bilmem siz haberdar mısınız ama bölüm başı çok ciddi miktarlara satılıyor. (Gülüyoruz) Üçüncü sezonda hayaliniz neydi?
    Anlatacak hikayemiz bence hâlâ bitmedi. Çünkü biz zaten bir temel olayı, bir sırrın gizlenme aşamalarını anlatmadık. Bizim en temel cümlemiz "insanın dönüşümü" oldu. Bir insan hangi şartlarda nasıl dönüşür? İnsan sonsuz kez dönüşebilir. Bu dönüşümü etkileyen, bu dönüşümden tetiklenen ilişkileri anlatmaktı temel olayımız. İlişki ve insan tükenmeyen bir şey yeter ki sürekli "büyük olay, daha büyük olay, daha da büyük olay" izlemeye alıştırılmış seyircinin bu ilişkiler ağını ve dönüşümü izlemeye tahammülü olsun. İki sezona baktığında İstanbullu Gelin'de neredeyse hiç "büyük olay" yok. Begüm'ün 30 bölüm süren hastalığının ardından ölümü var. Bir de Adem'in annesinin içinde Esma varken kulübeyi yakması var. 60 bölüm, 150 dakikalık bir dizide bahsettiğimiz iki tane "büyük" olayın olması aslında ciddi bir anlatım tavrıdır. İstanbullu Gelin'de soyunduğumuz durum şuydu; haller ve anları anlatabilmek... 
     
    f127fbd2-9759-446b-be5f-ce2b2e8f06ce.jpg
     
    ● Çünkü bir insan tecavüze uğrayıp, akşama çocuğu kaçırılıp, sabaha karşı evini yakıp, sabah da evden çıkarken ayağı takılıp düşerek kolunu kıramazsınız. Çünkü seyirci bu hızlı olaylar geçişinde sadece "şiddet"i görür, ama duygu durumlarının hiçbirini yaşayamaz, anlayamaz.
    Gerçek de değil. Gerçek hayatta ya mavi ekran olur bu insan ya da gülme krizine girer. Bunun gerçekliği yok. Oysa hayatta yaşadığın en küçük bir sorunun bile sendeki etkisi derin ve seni dönüştürmesi epey uzun zaman alıyor. Dramada da bunu anlatabilmek 150 dakikalık bir sürede çok zor. Üstelik dizi sürelerinin uzaması ve kendi özgün hikayelerini koyan, bir derdi olan senaristlerin sektörü şartlar yüzünden bırakması, piyasanın biraz sipariş işlere dönmesi yüzünden matematik değişti. Matematik artık "olay" üzerine kuruluyor. Matematik bu noktaya geldiğinde bir baktım ki bana gelen senaryoların hiçbirini çekmek istemiyorum çünkü inanmıyorum. Bir insanın başına bu kadar çok olay geleceğine inanmıyorum; o olaydan sonra verdiği tepkiye inanmıyorum. Ve İstanbullu Gelin'nin ilk senaryosu yani Ali Aydın'ın yazdığı senaryo geldiğinde; onun kaleminde ilk bu nüansları görmesine bayıldım. O kadar güzel anlar vardı ki "bu sakin bir hikaye" fikrini anlamış ve güzel yansıtmıştı. Daha sonra da temelde hep bu duygunun peşinden gittik. İnsanı takip etme, anları takip etme ve sakin sakin anlatma.. Şansımız da şu oldu, seyirci bizi kabul etti. Özetle sizi iki sezon izlemiş seyirci hâlâ aynı sevgiyle izlemeye devam ederse anlatacak çok hikaye var. Hiçbir şey bitmez bu bağlamda bakınca..
     
    ● Konak'a dönecekler mi? 
    (Gülüyoruz) E, dönsünler tabii. 
     
    ● Konak sizin dizinizde önemli bir başrolmüş. Üçüncü sezonda Konak olmayınca seyirci başrollerden biri ölmüş gibi hissetti galiba..
    Bence tam olarak o değil. Konak da bir oyuncu gibi kabul ama, bir taraftan da biz sert final yapıp sonunu baştan söyleyince insanları korkuttuk biraz. Yine ilk sezonun, ilk bölümünde senin hissetiklerin gibi "ay dur, bunlar bambaşka bir hikayeye döndü" dediler. Ama o zaten bir kısa hikaye, bir tür "cold open" gibiydi.
     
    ● Bize 2038'i gösterdin. Aklım başımdayken o zamana gittim, teşekkürler öncelikle.. 
    Sağ ol.. Kimileri sevmedi, kimileri de bayıldı. 
     
    ● Ben de bayılanlardanım.. O dünyaya nasıl karar verdiniz?
    2038 tamamen bilmediğimiz bir durum. Tahayyül gücüne kalan bir durum. Oturduk kafa yorduk. Psikiyatrist'ten başladık mesela. Bu kadın 20 yıl sonra ofis değiştirir mi diye başladık. Değiştirmesin kendi gibi kalsın dedik. O zaman da yeni bir söz söylemiyor olacaktık. Sonra neler değişir diye düşündük. Toprak ne yazık ki bitmiş olur dedik. O yüzden sahnedeki saksıların hepsinde suda büyüyen bitkiler var; kimsenin dikkatini çekmedi ama.. Bütün kıyafetler geri-dönüşümlü. Yaz'ın kıyafetleri hariç. Çektiğim bütün işlerde sevdiğim ve hikayesini anlattığım karakterlerin evlerini böyle dolu dolu görmeyi severim. Biraz deli evi gibidir. Hiç sevmem böyle stilize, minimalist evleri. Hemen bi dağınıklık koyarım. Mesela Esma'nın evi dağınık olamaz ama o da aksesuar doludur, cıngıllıdır.. Benim için ana karakter ve ana hikaye cıngıl demek. Sakin anlattığım bir şey eğer karakter onu gerektirmiyorsa neredeyse hiç yoktur kendim de sevmem çünkü. Kalabalık daha yaşanmışlık getirir. Bunun tam tersini yapmak istedik 2038'de. Biraz mimari eğilimler de minimalizme doğru gidiyor diye. Öyle olunca  daha beyaz ve sakin bi atmosfer çıktı. Bütün bunlar senaristimiz, sanat yönetmenimiz, görüntü yönetmenimizle bir araya gelip, günlerce kafa patlattığımız seçimlerdi. iWatch'ın kimlik gösteren versiyonunu yaptık. İnsanların artık görüntülü görüştüğünü düşünüp hologram koyduk. Herkes uçak zannetti ama o uçak değildi. Kargo artık Drone ile yapılıyor. Drone Mailing koyduk aslında. Ekibime de bu vesileyle teşekkür ederim bir dizide 2.5 dakika yer alacak sahne için ciddi mesai ve zaman harcadılar bu da seyirciye duyduğumuz saygının ifadesiydi. Çıkan sonucu beğenip beğenmemek artık seyircinin tasarrufu. Bizden çıktı artık..
     
    ● Esma'nın konağa gittiği sahne de efsaneydi. Deli işi gibi.. Üşenmeyip dekoru kurup o sahneyi çekmişsiniz vallahi helal olsun.. Özetle her bağlamda klişelerin üzerine oynamayı seviyorsun. Begüm'ün cenaze sahnesi mesela.. O sahne öyle mi çekilir? Ver kemanı acılı acılı alttan inlesin, çocuğu ağlat, toprağa kapansın, avuçlarından süzülsün toprak filan yani.. Şimdi bu cepte ama öncesinde başka bir sorum var. Bana bi seferinde "Çok şükür iyi insanlarla çalışacak kadar zenginim"demiştin. Hâlâ zengin misin?
    Aynen öyle.. Bence bu çok önemli. Kadro kurarken de öyle. Hep diyorlar senin oyuncu kadron aile gibi oluyor diye. Hepimiz insanız. İyi ve kötü yanlarımız var; bu insanın içinde barınan bir şey. Kimse salt iyi ya da salt kötü olamaz. Buna en çok inananlardan biriyim. Ama iyi insan olmaya niyet edip, hayatta yola bu niyetle çıkmak çok önemli. Çalıştığım insanlarda da yeteneklerinden daha önce birincil şartım budur. Hayata, insanlığa aynı yerden mi bakıyoruz, iyi insan mı? Buna çok dikkat ediyorum. Anlattığım hikayelerde de buna dikkat ediyorum. Gerçekten temel derdim bilmem kaç haneli reyting almak, çok ödül almak, çok para kazanmak değil. Ben hikaye anlatmayı çok seviyorum. İnandığım, vazgeçmeyeceğim değerlerim var. Bunu da televizyonda anlatabilmek bana kıymetli geliyor. Televizyonun yerleşik tanımı ve sektörel dinamikleri başka. Ticaret ağırlıklı. Ben ise o dinamiklerin bambaşka şeyler olduğuna inanıyorum. Çok insana ulaştığımıza inanıyorum. Çok etkileyici gücü olduğuna özellikle çocuklar anlamında ciddi bir rol model olduğuna inanıyorum. O yüzden elimde fırsat varsa yüzü umuda bakan iyiliklerin olduğu hikayeler anlatmayı tercih ediyorum. Klişeler konusuna gelince de, Nil Karaibrahimgil'in o klibini ilk izlediğimde çok etkilendim. İzledim, izledim, izledim; ağladım, ağladım.. Ve şunu düşündüm, o anda Nil'in çocuğuna söylemek istedikleriyle denk düşmüşüz. Sanki benim çocuklarıma söylemek istediğim her şeyi o çocuğuna söylemiş gibi geldi. Begüm'ün cenazesi olduğunda da kendimi Begüm'ün yerine koydum biraz. "Çocuğuma ne söylemek isterdim" penceresinden baktım. Çocuğa, "annen öldü ah vah" der gibi değil de "anneni kaybetmiş olabilirsin ama hayatta bunlar da var" demek istedim ve bence orada çalacak ağlak kemanlardan çok daha etkili oldu. Çünkü orada yüzü umuda dönük bir mesaj vardı. Aydınlık ve yüzümüzü güneşe döndüren bir mesajdı. Bu bana daha güçlü geliyor.
     
    00b0a03a-c6ca-4b02-b398-c7b0a0f939d5.jpg
     
    ● Yıllarca "Televizyon kimseye rol model değildir. Eğitici olması gerekmez" dedim. Ta ki bu yıla kadar. Bu yıl söylemimde bir değişiklik yaptım. Artık "Televizyon rol model değildir eğer medeniyet seviyesi gelişkin bir ülkede yaşıyorsanız" diyorum.
    Değil aslında. Medeni ülkelerde de televizyon rol model oluyor. Geçen sene çok önemli bir seminere katıldım. Hayatımı değiştirdi. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Atölyeleri var. İlgisini çeken olursa mutlaka katılsın. Orada şunu da öğrendim, George Town Üniversitesi'nin yaptığı bir çalışmaya göre televizyon, filmler ve reklamların çocuğun eğitiminde aileden daha baskın ve etkin olduğu görülmüş. Özellikle kız çocukları için şöyle bir durum var. "if she can't see it she can't do it" diyorlar. Göremediği şeyi yapamaz diyorlar, istisnai durumlar dışında tabii. Sen bir kız çocuğuna kadın pilot olduğunu göstermezsen o mesleği seçmiyor. Sen kız çocuğuna bütün aile bir aradayken annenin araba kullandığını ve babanın yan koltukta oturduğunu göstermezsen o büyüdüğünde araba kullanmıyor. Tabii ki televizyon eğitim yeri değil ama televizyon kafamızda stereotipler oluşturan bir yer. O stereotipleri nasıl çoğaltırsak insanların kafasındaki kalıpları da o derece kırabileceğiz. Mesela o atölyelerden birinde bir soru vardı. Hepimize sordular. Köylü kadın denildiğinde aklınıza geleni yazın. Hepimizin yazdıkları şalvar giyer, tarlada çalışan, şiveli konuşan, yemeni takan gibi tanımlar içeriyordu. Oysa reçel üretip satan kadınlar var. Köylü olup büyük şehirde yaşayan kadınlar da var dediler. Hiçbirimiz bunları yazmadık çünkü Yeşilçam'dan beri görüp öğrendiğimiz "köylü" kadın tiplemesi budur. Gözünü kapattığında aklına gelen görseli televizyon, sinema ve reklamlar oluşturuyor. O yüzden elinde 150 dakika gibi uzun bir zamanın varsa bu sana yerleşik klişe stereotiplerin zıttını yaratmak için ciddi bir fırsat veriyor demektir. Sinemada temel bir hikaye anlatıyorsun ve o temel hikayeye hizmet eden şeylere odaklanmak zorundasın. Televizyonda o kadar çok zamanın var ki en azından bir işe yarasın, biz de stereotiplerimizi çoğaltalım değil mi? 
     
    ● Mesaj kaygılı bi yönetmen misin?
    Benim temel amacım mesaj vermek değil. İnsanı anlatan hikayeler anlatıyorum.  Yabancı dizileri izlediğimizde hikaye sana bir öneride bulunmuyor. O bir durum koyuyor ortaya ve saf haliyle anlatıyor. Oradan önermeyi sen çıkarıyorsun. Biri sana bir şey anlatır sen duymak istediğin kısmını duyarsın. Bir roman okursun kendi hayal ettiğin karakteri çizersin. Bir önerme yapmak ne benim, ne de televizyonla iştigal eden herhangi birinin haddi değil. Ama bir hikaye anlatırken karakter yaratmak, onun derinlerine inmek, onu anlamak ve anladığın yerden seyirciye aktarmak kıymetli bir şey. Ben de bunun peşindeyim. Yoksa hikaye anlatırken bazı önermeler vermek peşinde değilim. Ama dikkat ettiğim şu; rol model anlamında stereotipleri çoğaltmayı istiyorum. İstanbullu Gelin'deki Teyze mesela. "Teyze" dediğimizde aklımıza gelen resmi değiştiren bir tiplemedir. Ya da 60 yaşında bir kadının ekranda söz kesmesi oğulları tarafından.. Kocasından şiddet gören eğitimli bir kadının, kocasını terapiye yönlendirmesi.. Bunlar benim için kıymetli. Bu sahneleri izleyenler arasında tek bir seyirci bile çıksa ve mesela annesi tekrar başka biriyle evlenmek istediğinde "A yaşını başını almış, dul kadınsın otur yerine" demezse, ne mutlu bizlere.. Özetle kimseye mesaj vermek, öneride bulunmak değil de 150 dakika çekilen televizyon dizilerinin elverdiği ölçüde insan ruhunun derinine inmek; seyirciye ekran karşısındayken kendi sorusunu sordurmak; stereotipleri çoğaltmak, devşirmek istiyorum. 
     
    ● Devşirmek dedin de bu hikayede de tek değişmeyen Faruk kaldı. Sanki çok değişmiş gibi görünüp en küçük bi kriz anında aslına dönmesi de olay yani..
    Faruk'u bazı yanlarıyla kendime çok benzetiyorum. Belki birinci çocuk olduğu için çok sorumluluk hissiyle büyütülmüş bir adam ve bence 10 yaşından beri "Faruk" zaten. Babası da yok. O kadar çok yük sırtlamış ki.. Önüne gelen en küçük bir konuya bile çok yerden bakmaya alışmış. 
     
    ● Ama hiç mi öğrenmez insan
    Neyi öğrenmiyor mesela?
     
    ● Süreyya'ya ulaşamadığı ilk anda gitti olay çıkardı..
    Ama orada çok haklıydı Faruk. Adem'le ciddi bir olay yaşamışlar, o gün de rica etmiş "dikkatli ol" demiş ama Süreyya alıp çocuğu dışarı çıkmış, adam da deliriyor.
     
    ● Değişti ama her kriz anında Omega'yı kapatıyor. Belki aslında bu da çok gerçek. O yüzden de beni kızdırıyor. Neyse.. International Emmy'ye adaysınız. E- Mİ?
    Çok heyecan verici ve güzel bir his elbette. Ülkeni temsil ediyorsun onun ötesinde de çok bir şey hissetmiyorum. Geçen sene ilk kez Kara Sevda kazandı ve onun açtığı yoldan sonra bu sene Cesur ve Güzel ile birlikte biz adayız ve bir oyuncumuz Tolga Sarıtaş aday. Ödülü alırız alamayız o başka ama çok heyecan verici bir durum. Sektör adına şahane bir durum. Biz "yapamayız" ön kabulü ile büyümüş bir kuşağız onun kırılması adına da şahane bir durum. Ama mesela Emmy için hazırladığımız beş dakikalık bir video var. Ondan aldığım tadı tarif edemem.. Ödül alırsak da şahane olur ama o beş dakikalık kolajı izledim ve dedim ki "Allahım ne güzel işler yapıyoruz".
     
    ● İstanbullu Gelin'in Arapça versiyonu yapılıyormuş.
    Öyleymiş. Merakla bekliyorum ben de.. 
     
    ● Ben de.. Ve Deniz Koloş gitti..
    Gitti evet..
     
    ● Kaç yıldır birlikte çalışıyordunuz?
    Vallahi şu an sayamayacağım ama 16 yıl galiba.. Koloş yeniden bir diziyle ekrana dönmeden önce biraz ara vermek istedi. Dünyayı gezmek istedi. Hepimizi kıskandıran bir dünya turu yaptı. Deniz benim aksime yazabilen biri. Kendi hikayelerini yazmak istedi. Hem kendini dinliyor, hem kendini besliyor. Böyle bir amaçla ayrılınca da diyecek hiçbir şey yok. Onun kendi hikayelerini anlatma zamanı geldi. Kız kardeşliğimiz, arkadaşlığımız sonsuza kadar baki ama iş anlamında biraz yolları ayırdık artık..
     
    ● Sen ekibine çok bağlı bir yönetmensin
    Aile gibiyiz.. Ayrılan da gitti ve uzaklaştı gibi olmuyor. Sedat'la (Yücel) yıllarca çalıştım şimdi onun yaptığı her işe rakip iş gibi bakmıyorum; ailemden biri çekiyor çünkü.. Dostluğumuz da baki çünkü ayrılıklarımız hep şartlar yüzünden oldu. Zaman uyuşmuyor. Ben iki çocuk doğurdum. Durdum. Onlar çalışmak zorundaydı. Şimdi Barış Işık ve ekibi var. Onlarla da şahane bir aile olduk. Ayrılık gibi bakmıyorum; ailemiz büyüyor diye bakıyorum.
     
     
    ● İstanbullu Gelin bu sezon ekranla vedalaşacak. Ne yapmayı düşünüyorsun? 
    Hikaye anlatmayı önemsiyorum demiştim ya, bu nedenle hikaye anlatım aracını sinema ya da dizi diye hiç ayırmadım. Bu çarkın içinde olduğun zaman ya duracaksın dizi çarkından çıkıp sinemaya yöneleceksin ya da yazın film çekeceksin. İki çocuk annesi olarak, çocuklarımın okul tatilinde film çekip onları yalnız bırakacak kadar sinema aşkıyla dolu olamadım. 
     
    ● Ya.. Evet! Oğullarınla zaman geçirmeye çok önem veriyorsun. Yaz tatili fotoğraflarınıza bakıp gözüm doluyor bazen. Gerçekten vaktinin son damlasına kadar onlarla oluyorsun.
    Çünkü kışın çok kaçırıyoruz birbirimizi o nedenle yazın dolu dolu birbirimizle zaman geçirmeyi önemsiyorum. Ve hepimize çok iyi geliyor. Hem bu zamanlama meselesi yüzünden hem de bana gelen sinema filmleri benim anlattığım dizilerden daha iyi değildi birkaç yıl öncesine kadar. Ama şimdi durum değişti. Şimdi gelen sinema filmlerinde aklım kalıyor. Çok güzel hikayeler geldiği oldu, dizi çektiğim için dahil olamadım. Eğer hem sözünün arkasında duracağım bir televizyon dizisi, hem de sinema filmi yapabilirsem, güzel olacak. Ben ileriye dair çok plan yapabilen biri değilim. Kalbim neyi seçerse onun peşinden giden biriyim. Geleceğe dair şöyle bir planım var diyemem ama isteğim hep güzel hikayeler anlatmak. 
     
    ● Son olarak, bir sinema filmi gelmek üzere diyebilir miyiz?
    Çok istiyorum. Hikayesi üzerinde çalıştığım şeyler de var.. Bakalım.. 
     
     
     
     
     
  6. 7 часов назад, gnostik сказал:

    Ааааа, это новый сериал? А я подумала, какой-то старый сериал из нафталина вытащили. Снято будто камерой 80-х. Очень низкопробный изобразительный ряд. И актеры из прошлого. Бурак Хаккы и эта девушка из Ябанжджы дамат сто лет не снимаются уже... О сценарии я уже не говорю... :facepalm:

    90 х и то качественно снимали.Фляш тв сериалы кимийди

  7. 7 часов назад, MSap сказал:

    Koca Koca yalanlar və bir litrə göz yaşı da tutub deyəsən, yutubda baxış sayı çoxdur. Hələki. Reyting Yutubla ölçülmür, əlbəttə, ama bu da bir göstəricidir. Kanal D-də serialin tutmasi nadir haldır. İbrahim Celikkol sevilir, Oyku Karayel, Kerem Bursin də, bəlkə bu aktyorlara görə tutdu. 

    Да,нет.Коча ялан на этой неделе финал.Бир литре скоро закроют.Бир умут йетер тоже через 2 серий финал.Йутубдаки просмотрун рейтингя дяхли йохду.Актерлара гюря сериаллар тутмур артыг.Керемин 2 сериалы эркен финал еледи.ОйКу ибрагим тоже самое.кенанын ,кыванчын,енгинин сериаллары тутмурса ..

  8. Фикрет как-будто чужой.Столько ошибок сделал из-за его зависти,глупости вся семья развалилась .Ипек мымра как мать.Хоть и сценаристамне доверяла но я знала что Фарук не сын Гарипа.Любовь Эсмы и Гарипа была чистой,невинной .Да и Эсма никогда в жизни не обманула бы мужа подсунув ему чужого сына.Эсмаратор хорошую пощечину влепила.

    • Like 1
  9. 14 часа назад, Селин сказал:

    Фикрет какой психованный. Истерик. Хоть один раз промолчи да, всем уже растрепал про Фарука( мне кажется, Фарук возьмет на себя вину за убийство Халима, чтобы этот придурок Фикрет не попал в тюрьму. Эсма тоже уже раздражает своими обидами и гонором. Как будто ей 20 лет. Зачем Гариб постоянно перед ней оправдывается? Она должна была ему хотя бы объяснить, почему враждует с Ульфет, яззых Гариб должен же понять ситуацию.

    Faruk cinayeti boynuna almaz tem bolee fikretin elemediyi cinayeti

     

    • Like 1
  10. Почему во всех сериалах небрачные дети,небрачные отношения..Эсма из элитной семьи и она переплюнула все эти традиции и т д .Февзи принял её беременной?Если он незнал ,то почему узнав о его измене Эсма так вспылилась.Ты тоже по другому обманула его.Поэтому она больше всех любит Фарука.Сериал превратили в мыло

    • Like 2
    • Upvote 1
×
×
  • Create New...